Page 181 - Microsoft Word - orjinal
P. 181
Dr. MUSTAFA BAŞ 181
nın bazı Avrupa Ülkelerinde şeytana karışmış fikriyle yakıldıkları, cü-
zamlıların da kendi hallerinde ölüme terk edildikleri ortaya çıkmaktadır.
Oysa akıl hastalıkları ve ruhi tedavinin çok eski dönemlerden beri Türkler
arasında yaygın olduğu bilinmektedir. Türkler akıl hastalarına şefkati,
insani ve dini bir görev saymışlardır. Anadolu’da yerleşim sürecinde de,
yapılan cami ve zaviyelerin yanında Şifahaneler yaptırarak insanların
dertlerine derman olmaya çalışmışlardır.
Osmanlı devletinde de bütün hastalar gibi akıl hastaları sistemin şef-
katinden istifade etmiştir. O dönemde bugünkü hastanelerin işlevini gö-
ren, bütün hastalıklarla birlikte akıl hastalarının da tedavi edildiği yerler
olmuştur. Daha sonraki yıllarda akıl hastalıklarının tedavisi için özel ola-
rak Bimarhaneler ve Tımarhaneler yapılmaya başlanmıştır. Gerek şifaha-
nelerde, gerekse bimarhanelerde akıl hastalarının tedavisi için kullanılan
yöntemler arasında müzik ve su terapisinin önemi büyüktür. Evliya Çele-
bi Seyahatnamesinde Edirne Beyazıt Külliyesindeki şifahaneyi anlatırken
şu bilgileri vermektedir. “Orada bir Darüşşifa vardır ki, dil ile tarif ve
kalemler ile yazılmaz… Dikkat ve özenle yapılmış şifa yurdunun odaları
çeşitli hastalıklara tutulmuş zengin-fakir, ihtiyar ve genç doludur… Bazı
odalarda ilkbaharda delilik mevsiminde… sevdalı aşıklar çoğalıp, heki-
min emriyle bu tımarhaneye getirilerek... o kemerli kubbenin etrafında
olan gülistan ve bağ ve bostan içindeki binlerce kuşların cıvıltılarını din-
leyip, perdesiz ve ölçüsüz sesleriyle feryada başlarlar… Sultan Bayezid
buranın Vakfiyesinde, hastalara deva, dertlilerin ruhuna gıda ve hastalığı
gidermek üzere 10 adet çalgıcı ve şarkıcı tayin etmiştir. Bunlardan, üçü
şarkıcı, biri neyzen, biri kemancı, biri musikarcı, biri santurcu, biri
çenkci, biri çenk santurcu, biri udcu olup, haftada üç kez gelerek hastala-
ra ve delilere müzik dinletirler… Allahın emriyle, nicesi saz sesinden
hoşlanır ve rahat ederler…” Hastalara verilen yemekleri de şöyle anlatır:
“Gece gündüz üç kere, ister divane, ister hasta olsun mutfaktan her hasta-
nın derdine göre nefis yemekler verilir. Keklik, turaç, sülün, güvercin,
üveyik, kaz, ördek ve bülbüle varıncaya kadar bütün kuşları, avcılar geti-
rir, hekimlerin arzu ve isteği üzerine pişirilerek hastalara verilir.” Görül-
düğü gibi din iyi anlaşıldığında ve yaşandığında insanlar için faydalı olan
her şeye aracı olmaktadır. Bu dünya hayatı içinde ahireti kazanmanın sağ-
lam bir yolu da insanlara faydalı hayır hizmetleridir.